İnsanın özünü sonradan oluşturduğu düşüncesi, doğuştan gelen bir “kader” ya da “tanımlanmış bir anlam” fikrini reddeder. Böylece bu yaklaşım, hem dini hem de geleneksel ontolojik kabullere karşı bir meydan okuma içerir. Bu sorular, özellikle özgürlük, irade ve insanın dünyadaki yeri üzerine düşünenler için kaçınılmazdır. Peki, insan önce var olur sonra özünü oluşturur ne demek, hangi akımın düşüncesidir?
İnsan Önce Var Olur, Sonra Özünü Oluşturur Ne Demek?
Bu ifade, insanın doğuştan belirli bir özle, yani karakter, amaç ya da anlamla gelmediğini; aksine yaşamı boyunca yaptığı seçimler, deneyimler ve eylemlerle kendisini inşa ettiğini savunur.
Yani insan, önce “var olur”; dünyaya gelir, kendini içinde bulduğu dünyada anlam arayışına girer. Ardından seçimleriyle, değerleriyle, ilişkileriyle ve eylemleriyle “kim olduğunu” belirler. Bu anlayışta insan, kendi özünü kendisi yaratır; dışsal bir otoriteye, dine, doğaya ya da topluma teslim olmadan, kendi anlamını üretme sorumluluğunu üstlenir. Bu yaklaşım, bireyin özgürlükle lanetlendiğini ve bu özgürlüğün beraberinde ağır bir sorumluluk getirdiğini de ima eder.
“Varoluş Özden Önce Gelir” Hangi Akımın Düşüncesidir?
Bu düşünce, varoluşçuluk (egzistansiyalizm) adlı felsefi akıma aittir. En açık ve etkili şekilde Jean-Paul Sartre tarafından dile getirilmiştir. Sartre’a göre insan, Tanrı tarafından yaratılan sabit bir özle doğmaz; Tanrı yoktur ve bu nedenle insan önce var olur, sonra ne olacağını kendisi belirler.
Varoluşçuluk, insanın kendi yaşamını, değerlerini ve anlamını kendi elleriyle oluşturabileceğini; bu nedenle de özgürlüğün hem kaçınılmaz hem de zorlayıcı olduğunu savunur. Bu akım, yalnızca Sartre’la sınırlı değildir; Simone de Beauvoir, Albert Camus, Martin Heidegger ve Karl Jaspers gibi düşünürler de farklı açılardan bu temel fikir üzerinde durmuştur. Ancak özellikle ateist varoluşçulukta, “varoluş özden önce gelir” ilkesi, bireyin tamamen kendi eylemleriyle tanımlandığı fikrini merkezine alır.
.